JURNAL / C.MERiç
inan Haluk, ezeli bir şifâdır aldanmak demiş zavallı Tefik Fikret. Gâliba tek doğru söz bu.
Varolmak için yok olmaz lazım... parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin...
Gözyaşlarından inci yapmak... şairin kaderi bu... bu incilerin bir sevgili kâkülünde parıldadığını görebilmek de en büyük mükafatı...
Belki şimdi medeniyet dünyasının yüzlerce bilgini yeni ölüm vasıtaları bulmak azmiyle uykusuz...
Denize atılan şişe hangi sahilde hangi bahtiyarlar tarafından bulunacak... kumsalda oynayan çocuklar içindeki tomarı uçurtma mı yapacaklar kim bilir...
Ne kadar cesur olursak olalım yokluk bizi ürkütüyor... iz bırakmadan silinmek... bir kurbağa gibi gebermek... bütün rüyalarımızla bütün acılarımızla yok olmak...
Vücudumuzu aşmak... benin dar ve sevimsiz geometrisinin ötesine geçmek... sonsuza yönelmek... bir insana sarılmak... hatıralarda yaşamak... işte aşkın dinin ve kahramanlığın kaynakları...
Bir kısım insanların düşüncesi etraflarını yansıtan bir aynadır... onlar başkalarının kaydettiklerini bıkmadan tekrarlayan bir plak gibidirler... ruhları yoktur... üstün zekalı hayvanlardan pek az daha mükemmel mekanizmalardır... dünyaları vücutlarıyla sınırlıdır ve vücutlarıyla birlikte yok olur giderler...
Neden yalnızlık bizi ürkütüyor... ürkütüyor çünkü sonsuzluğun başlangıcı gibi geliyor bize ve sonsuzluğun karşısında kendimizi kolumuz-kanadımız kırık bir şekilde bomboş hissediyoruz... öldükten sonra da yaşamak için tanıklar istiyoruz...
insanlık daima daha kötü oyuncaklar peşinde koşan bir çocuk...
Spinozanın bir sözü beni sık-sık düşündürür... havaya fırlatılan bir taş konuşabilse mutlaka kendi arzusuyla gezintiye çıktığını söylerdi...
Tarih galiplerin yazdığı bir kitap...
Yarı münevver sadizmini kendi tanrılarına secde etmeyen namuslu insanlar üzerinde tatmin etmeyi adet haline getirmiştir...
Günler kısır değil... kısır olan sensin... günler erkeğin karşısında diz çöker...
Kan ve gözyaşı... simyagerlerin aradığı felsefe taşı...
Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım... karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile sizi rahatsız ediyor...
Mezar taşlarına konser veren adam kemanın sesiyle kendinden geçebilir ve taşlar dinlemesini bilmeseler de susmasını bilirler... sen taşların diş gıcırdattığı-uluduğu-yılışık kahkahalar attığı-homurdandığı bir ülkede yaşıyorsun...
Büyüklere yalnız acılarınla mı benzeyeceksin...
Seyislerin şövalyeliğe özenişi felaketle sonuçlanıyor... hele çöken toplumlarda faziletli insan-doğru insan-pırlanta insan rolüne özeniş...
Ne şeytanı memnun edebildi ne Tanrıyı...
Küçük vazifelerden kurtulabilmek için büyük hayallerin kalesine sığınmak...
Can çekişen bir dostluğun verdiği sıkıntı...
ömür boyu ne yaptın ki nasihat vermeye hakkın olsun...
Biz gençliğimizin farkına varamadık... sonra anladık ki gençmişiz bir zaman...
Düşen tutunacağı dalı seçemez...
Aşk... ne aşkı... aşk bir seçiş... onun karşısına bu kadınlar çıktı... onları seçmemişti.... kader çıkarmıştı karşısına... ve yalnız onları çıkarmıştı...
Sevdiklerimiz bazen bir vicdan azabı...
Göğüs boşluğuna kalp yerleştiremedim... hiç kimseyi sevemiyor...
Bulutlara benzer duygular... bulutlara güven olmaz... bir rüzgar sürükler hepsini...
Güneşin çiğ ve hoyrat ışığı yerine gönlün sitarevi aydınlığı...
Dünyanın bütün tımarhaneleri bizim aydınlarımız yanında birer aklı selim abideleri... devekuşu uyanıklığı temsil eder bizim aydınlarımız yanında...
insanlar görüyorum... yangından kaçar gibi kaçıyorlar sorumluluktan...
Sürü ile karşı karşıyayız... sürü çiğneyip geçiyor beni... ve sürünün başında kendi evladım... arkalarından bağırıyorum... nereye... nereye...
Ben ezeli mağlubum yavrum seni sevgimle tutamadıktan sonra... hakkımdır diyorsun... senin yaşında hak olmaz... sen haklarını adım-adım fethetmek zorundasın... ama anlatamıyorum... neleri kaybettiğinin farkında değilsin... sultanlıktan kapıcılığa koşuyorsun...
Keşke ıstıraplarım sevdiklerimin işine yarasa...
Tayfur ölmüş... yaşıyor muydu???
Kelime... şuurun güneşinde eriyiveren bal mumundan düşüncelere giydirdiğimiz elbise...
Rakamların doğruluğu... bir iskeletin donuk gözlerindeki veya oyuk göz bebeklerindeki doğruluk... yalan söylüyorsun dostum... yaşadıkça yalan söyleyeceksin...
Kadın da bayrak gibi sevgiyi mihraklaştırdığı ölçüde kutsallaşır...
Trajedi burada... yarı yolda kalmak...
Yeni dünya ile yarın arasındaki kopuş hazin... çünkü yarın şimdiden dün...
Bu kalabalık koşmaktan hoşlanmadığı için yerinde... nereye gidiyorsunuz diye haykırmıyor... koşanı alkışlıyor ve bataklığında kalmak istiyor...
Kavgaya atılanlar hadiselerin tekme-tokat sahneye ittikleri... ve kavga gerçekten bir deli dövüşü... gerçek aydın nerede? odasında... başkaları Avrupaya kaçıyor ben kütüphaneme...
Cinnet... reelle ideal arasına atılan bir köprü... yok olmamak için asılınan bir dal...
Kafan aydınlıksa gerçekten aydınlıksa her ülke aydınlıktır senin için... yoksa kendi karanlığından kaçmak boşuna...
Kuşların şarkısını kaç kişi dinler...
Bir lağımın kapakları açıldı... insanlardan kaçıyorum... ama bu bir kaçış değil... bazı insanlardan kaçış bazı insanları arayış... Sibiryada bir bahar iklimi yaratacaksın... ve sen yanmadan buzlar erimez...
Ahtapotun kıskıvrak yakaladığı insan tercih hakkından mahrumdur... ya ölecek ya kurtulacaksın... ama sen ne ölmeye razısın ne kurtulmaya çabalıyorsun...
şair ben kadehimi diktiğim zaman ziyafet sona erdi kalmışsa uşaklar içsin diyor... boş bir kadehi dudaklarına götürmek... hazin olan bu... içtiğin hayal kadehindeki rüyalarındır...
Acılar ancak hatıralaşınca güzelleşir...
ihtilalci dünyayı değiştirmek ister... isyankar hakkında atıp tutabilmek için- acısını çektiği yolsuzlukların sürüp gitmesini ister... düzeni yıkmak da istemez aşmak da... sadece ayaklanır ona karşı...
Dışarıdakiler kendini akıllı sansın diye bir takım binalar kurup içine bedbaht kişiler doldurmuşuz ve tımarhane adını vermişiz bu binalara...
Eski tanrıların yerini ideolojiler aldı... hepsi birbirinin kafiyesi olan ideolojiler...
isyan bir ümit çığlığıdır... ölü isyan edemez...
Göğsünde uçurumlaşan boşluğu kelimelerin yapma çiçekleriyle doldurmaya kalkışmaktasın dostum...
Seviyormuşsun beni... çorabını-iskarpinini-kravatını sevdiğin kadar... sevgi bir feragattir... senin his dünyan yarı kuru bir dere... insan ancak parmaklarının ucunu ıslatabilir sularında...
Kahraman aramaktan vazgeçeli yıllar oluyor...
Dostun kötü tarafı benleşmesidir... tükenmesi ve sönük bir yankıyla kaybolmasıdır... gölgeleşmesidir...
insan bülbül gibi şakıyamaz... dinlenilmezse susar...
Gül peşinde koşanların dikenle karşılaşması kaderin hoşlandığı oyunlardan biridir...
Veren mükafat düşündüğü anda tefecidir...
Bizde ate düşünmemek için Allahı inkar eder... düşünmemek için Müslümandır çoğu da... doğmaların gölgesinde şad uyur da uyur...
Burası ahırdan boşanan her azgın eşeğin vaktinizi-eserinizi-gururunuzu çiğnemek için palansız geldiği bir ülke...
Pisliklerinden-ölümlü taraflarından sıyrılan insan... yalın kılıç insan... kalp ve kafa...
Hayal sarayları gerçeğin granit temellerine dayanmazsa bir üfleyişte yıkılır...
Cemiyet kendine benzemeyen bir çocuk doğurduğu zaman onu beşiğinde boğmaya kalkar...
Her şahsiyet bir kopuş-bir olmayana olacak olana bağlanıştır...
Büyük adam kalabalığı uykusundan uyandıran kılavuz... ama çok defa tekmeyle uykusundan uyananlar efendisini parçalarlar...
Bataklıktan göklere süzülen bir tarla kuşu gibi kasıklarıyla düşünen ve göbekten aşağısıyla yaşayan bu azgın hergele sürüsünden uzaklaşmaya bak... yoksa gübresin... leş gibi gübre...
Evet suçsuzsunuz... bir katilin sofra artıklarını yalayan bir kedi kadar... insafsız efendisi karşısında takla atan bir köpek kadar...
Altınlarını cam karşılığı dağıtan kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım... cam altından çok daha asil... cam güzel çünkü kalbi var... kırılabilir... cam ışığa dur diyen bir duvar değil...
Deli ibrahim Osmanoğullarının en akıllısı... balıklara inci atarmış... inci balıklara atılmak için yaratılmış olmasaydı denizlerde ne işi vardı...
Onlar sürü yavrum... zincirlerinden başka kaybedecek neleri var... karanlıktan geldiler karanlığa gidiyorlar yıldızlara tırmanan merdivenden habersiz... yürüyen-esneyen-tepinen ve öğrendiği şeyleri tekrarlayan uzviyet...
Kaya nasıl beyin olmuş bilen yok... yapma çiçek gibi ürpermeyen-kokmayan-yaşamayan milyarlarca beyin var... bu kervanın arkasından koşma çocuğum... onların yöneldiği iklimlerde sam yelleri eser kış-yaz... sarayları çingene çadırından daha sevimsizdir... isa onları affet Allahım diyordu...
Kalabalığı sevmek kalabalıkta erimek değil çocuğum... kalabalığı aydınlatmak... ışık olmak için yanmak lazım... yıldızlaşmak kolay değil...
Mutluluk duyuyorsak vardık hedefe... haz demiyorum haz bir tuzak... haz hayatın hangi yöne atılması gerektiğini bildirmez... oysa mutluluk daima bir fethin-bir zaferin-bir galibiyetin belirtisidir... çocuğunu seyreden anne mutluluk duyar... onu et ve ruh olarak yarattığını bildiği için duyar bu mutluluğu... servet ve itibar mutluluk vermez insana... bir takım hazlar sağlar sade... insan başarısından şüphe ettiği ölçüde övülmek-pohpohlanmak ister... emin olmak için takdir bekler sanatçı... vaktinden erken doğan bir çocuğu nasıl pamuklara sararlarsa sanatçı da eserinin hayatiyetinden şüphe ettiği için sıcak bir hayranlıkla sarıp-sarmalamak ister onu... yaşayan-yaşayacak olan bir eser ürettiğine inanan kimse methiyeyi ne yapsın... şöhret vız gelir ona... vız gelir çünkü Tanrısal bir mutluluk duymaktadır... demek her alanda hayatın gayesi yaratış... insanın dünyadaki zenginliklere her an bir yenisini katması...
Bir ömrün akışını değiştiren büyülü söz... ben yıllardır kelimeleri bazen gözyaşımla bazen zehirle bazen şefkatle yoğurarak bunu başarmaya uğraşıyorum...
Havarilerini yaratamayan isanın yeri tımarhanedir çarmıh değil... ve domuzlar mukaddes kitaplarla beslenmez...
Kervanla çıkılır yola... bin çıkılıp bir varılır... bir çıkılıp bir varılmaz...
Zevkperestlerin mutfağına çuval-çuval şeker taşıyan milyonlarca öküz... netice: zevkperestler için hasta bir karaciğer öküzler için kırılan bir bel...
Halkçılık halkın sırtına binen bir avuç aydının uydurduğu bir mit... halkçıyım demek ben halktan değilim ama lütfen tahtımdan iniyor ve o bedbaht insanlara yakınlaşıyorum demek...
Bir şair intihar etmek isteyen genç bir kadına dur diyordu... daha senin için bir şiir bile yazılmadı...
Sesini duyurmak isteyen nara atacak... kalabalık senfoniden anlamaz.... önce bir çığlık atacaksın sonra üç-beş meraklı anlatacağın masalı dinlemeye koşacak... masal uslu çocuklara anlatılır... çığlık herkese hitap eder... sürüye ve tarihe...
Sürüden ayrılanı kurt kaparmış... sürünün önüne geçmek sürüden ayrılmak mı... aradaki mesafe uzayınca evet...
Yolumuzu kesen hep aynı safsata... başkaları neden yapmıyor... halbuki başkalarına göre de başkası sensin...
Zilletten kurtulmak için Sezar olunur...
Kimsenin hayatı gül bahçesinde sakilerle kadeh tokuşturarak geçmiyor... dünya göz yaşı vadisi... ama bir de pençenin boğazınıza sarılışı-bir akbabanın yüreğinizi kemirişi ve günlerin suratınıza tükürüşü var... yapamamak...
Aşk dehanın büründüğü şekillerden biri... insanın dörtte üçü aşıkken belirir...
Kalemi aleve batırıyorum... gönlümün alevine... ve sen yanardağ ile oynayan bir çılgınsın...
Aşk bir teslimiyettir... bir eriyiştir...yeniden doğuş için varlığından soyunmaktır...
insanları olduğu gibi kabul etmek... o zaman mağaradan çıkamazdık... ne peygamberler gelirdi ne kahramanlar... insan yalnız tabiatı değiştirdiği için değil insanı da değiştirdiği için ki bir tarihi var...
Haklı-haksız... aşk sözlüğünde bu iki kelimenin yeri yoktur...
Bakışlarını iç dünyasına çeviren insan şuurun mağarasında kendi gölgesiyle karşılaşır...
Saint-Simon ebediyete giden yol tımarhaneden geçer diyor... tehlikeli bir durak tımarhane... bir çoğu cinnette karar kıldılar...
Söyleyecek sözü olan her zaman ve her yerde hürdür... var oldukça hürdür... fedakarlıksız hürriyet olmaz... hürriyet bir fedakarlık mirasına dayanır...
Bütün Kuranları yaksak bütün camileri kapatsak batı insanının gözünde haçlı seferlerinin yalın-kılıç ve tekbir getiren askerleriyiz...
Fildişi kulenin penceresi pembe kristal... insanlar güzel görünür oradan... insanları sevmek için onlardan kaçmak gerek...
Saadet mevsimlerin dışında yaşamak...
Tecrübe güvensizlik yaratır...
Yalnız sevenin gönlü sevilende sonsuz meziyetler bulur ve görür...
Oduncu ormanda gördüğü perilerden söz edermiş her akşam... bir akşam gerçekten bir peri görmüş ve nutku tutulmuş...
Saadetimi başkalarının ıstırapları üzerine kuramam...
Aşka giden yol daima dikenlidir... aşka ve kutsiyete... bir alev denizinden geçerek varılmış vuslat gerçek vuslattır...
Günahlar gözyaşlarında yıkanır... bütün kırgınlıklar gözyaşlarında erir... gözyaşlarında yani aşkta...
insanlar mağaralara zincirli... sırtları kapıya dönük ve duvarda gölgeler... aşk bu zinciri kıran büyü... mağaradakiler öylesine alışmış ki karanlığa kurtulanları küfürleri ile kovarlar...
Yaşamadan öldü... başkalarını yaşatmak için öldü... başkalarında yaşamak için öldü...
Hayatım katır ahırında serenad vermekle geçti... domuzları kutsal kitaplarla besledim ve itleri kalbimle...
Sevgi garip bir yangın... yaşaması için büyümesi gerek... o yangına her şeyini atacaksın... zamanını-gururunu-dehanı... ve kül olacaksın... insanlar ondan korkuyor ondan yaşamıyorlar... sonsuz karşısında cücenin korkusu...
Dilenmek uçurum gibi ayırır insanları... tahtıravalli dengesini kaybeder... karşındaki tepeden bakar yüzüne... merhametle bakar...
Dinsizlik... en yiğit orduyu en miskin sürü haline getiren veba...
Ben kapısı her çalana açık mabet gibiydim... gerçek dostlarım gelmediler... ve mabet katır sinekleriyle doldu...
Cevaplarımız suallerle hudutlu... sorulan sorular hep aynı olunca cevaplarda büyük bir tazelik aramak boş...
ideolog içtimai sınıfın emrinde hakikat ile yalanı uzlaştırarak bağlandığı sınıfı şuurlandıran bir nevi uzmandır...
Entelektüel dünyayı her gün yeni baştan kurabileceğine inanan adamdır...
Sartre insan hürriyetten kurtulamaz diyor... eli-ayağı bağlı hürriyet denizine atılmış... istese de hür istemese de hür...
çaresizliğin şuuru olabilir sükut... bir silahları bırakış... bir teslimiyet...
ölmek unutulmaktır... hatırlandıkça yaşıyoruz...
Bütünü kavramak için uçları tanımalıyız... uçları yani kutupları...
Bir insanın rüyaları başka bir insanlar için yaşadıkları birer hatıra olabiliyor...
Zaafım da gücümde şuradan geliyor... gündelik tutkulardan uzağım...
Namussuzluğun kanun olduğu bir devirde ve cemiyette hiç kimseden fazilet abidesi olması beklenemez...
En köklü inançlarımıza saldırabilirler... beis yok... kasırgalar toprağın derinliklerine kök salan ağacı daha da güçlendirirler... ama tutkularımız yapraklara benzerler en hafif bir rüzgar alt-üst edebilir onları...
Altın çağ ne zaman sona erdi bilen yok... üstadlar ezelden beri karamsar... şairler ezelden beri ümitsiz...
Her medeniyet çöküş sebeplerini içinde taşır...
Kan biyolojik bir mefhum... karanlık-esrarlı-kör... insanlaşmak biyolojinin esaretinden kurtulmaktır... tek insani değer var iman... iman ayırmaz birleştirir... iman yani hisle yoğrulan heyecanla kanatlanan yaşayan ve yaşatan düşünce...
Mağluplar galiplerin adet ve müesseselerini taklit ederler...
Bütünü bilmediğimizden ya sloganlara esir olduk ya ideolojilere köle...
Biz medeni insanlarız... güvercinleri boğarız ama zarifane... şöyle önlüğümüzün altında...
iki kere iki dört eder diyorlar hoşunuza gitmiyor... zira iki kere ikinin ya üç ya beş etmesini istiyorsunuz...
Başkasına zulüm etmekten vazgeçtik mi yanımızda buluruz onu...
Bir takım değerlere inanmamız yetmez... onları tarihi kavgada bayraklaştıracakları seçmekte mesele...
Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse her namuslu insan gericidir...
Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır slogan... ilkelin budalanın papağanın ideolojisidir...
Vatanlarını yaşanmaz bulanlar vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır...
Bir kucak odun küçük bir ateşi söndürür... büyüğünü daha da canlandırır...
Hayret yerini hayranlığa bırakır... hayranlık teslimiyete...
Her ist koltuk değneği olmadan yürüyemeyeceğini ifade eden bir zavallıdır...
Kanun... büyük sineklerin yırtıp geçtiği küçük sineklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı...
Düşmanı dost ederek yok etmek... küçültmek değil küçülmekten kurtarmak...
Düşman gözü bağlı olandır... savaşın amacı bu bağları çözmek... kinin-öfkenin-peşin hükmün-küçümseyişin-güvensizliğin-inadın bağlarını...
Bir ırmağa benziyor zaman... hayretten donakalmış...
Dahi... anasız doğan ve zürriyetsiz ölen...
Yozlaşmanın kaynağı ruhumuzun zaafı değil... vücudumuza esir oluşu...
Acıların anahtarıyla açılır sevincin kapıları...
Asaf der ki: seni görmesem Buda olurdum... seni gördüm budala oldum...
Her herhangi bir tarikatın sözcüsü değilim. Yani, ilan edilecek hazır bir formülüm yok. Derslerimde de, konuşmalarımda da tekrarladığım ve darağacına kadar tekrarlayacağım tek hakikat: Her düşünceye saygı.
inan Haluk, ezeli bir şifâdır aldanmak demiş zavallı Tefik Fikret. Gâliba tek doğru söz bu.
Varolmak için yok olmaz lazım... parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin...
Gözyaşlarından inci yapmak... şairin kaderi bu... bu incilerin bir sevgili kâkülünde parıldadığını görebilmek de en büyük mükafatı...
Belki şimdi medeniyet dünyasının yüzlerce bilgini yeni ölüm vasıtaları bulmak azmiyle uykusuz...
Denize atılan şişe hangi sahilde hangi bahtiyarlar tarafından bulunacak... kumsalda oynayan çocuklar içindeki tomarı uçurtma mı yapacaklar kim bilir...
Ne kadar cesur olursak olalım yokluk bizi ürkütüyor... iz bırakmadan silinmek... bir kurbağa gibi gebermek... bütün rüyalarımızla bütün acılarımızla yok olmak...
Vücudumuzu aşmak... benin dar ve sevimsiz geometrisinin ötesine geçmek... sonsuza yönelmek... bir insana sarılmak... hatıralarda yaşamak... işte aşkın dinin ve kahramanlığın kaynakları...
Bir kısım insanların düşüncesi etraflarını yansıtan bir aynadır... onlar başkalarının kaydettiklerini bıkmadan tekrarlayan bir plak gibidirler... ruhları yoktur... üstün zekalı hayvanlardan pek az daha mükemmel mekanizmalardır... dünyaları vücutlarıyla sınırlıdır ve vücutlarıyla birlikte yok olur giderler...
Neden yalnızlık bizi ürkütüyor... ürkütüyor çünkü sonsuzluğun başlangıcı gibi geliyor bize ve sonsuzluğun karşısında kendimizi kolumuz-kanadımız kırık bir şekilde bomboş hissediyoruz... öldükten sonra da yaşamak için tanıklar istiyoruz...
insanlık daima daha kötü oyuncaklar peşinde koşan bir çocuk...
Spinozanın bir sözü beni sık-sık düşündürür... havaya fırlatılan bir taş konuşabilse mutlaka kendi arzusuyla gezintiye çıktığını söylerdi...
Tarih galiplerin yazdığı bir kitap...
Yarı münevver sadizmini kendi tanrılarına secde etmeyen namuslu insanlar üzerinde tatmin etmeyi adet haline getirmiştir...
Günler kısır değil... kısır olan sensin... günler erkeğin karşısında diz çöker...
Kan ve gözyaşı... simyagerlerin aradığı felsefe taşı...
Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım... karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile sizi rahatsız ediyor...
Mezar taşlarına konser veren adam kemanın sesiyle kendinden geçebilir ve taşlar dinlemesini bilmeseler de susmasını bilirler... sen taşların diş gıcırdattığı-uluduğu-yılışık kahkahalar attığı-homurdandığı bir ülkede yaşıyorsun...
Büyüklere yalnız acılarınla mı benzeyeceksin...
Seyislerin şövalyeliğe özenişi felaketle sonuçlanıyor... hele çöken toplumlarda faziletli insan-doğru insan-pırlanta insan rolüne özeniş...
Ne şeytanı memnun edebildi ne Tanrıyı...
Küçük vazifelerden kurtulabilmek için büyük hayallerin kalesine sığınmak...
Can çekişen bir dostluğun verdiği sıkıntı...
ömür boyu ne yaptın ki nasihat vermeye hakkın olsun...
Biz gençliğimizin farkına varamadık... sonra anladık ki gençmişiz bir zaman...
Düşen tutunacağı dalı seçemez...
Aşk... ne aşkı... aşk bir seçiş... onun karşısına bu kadınlar çıktı... onları seçmemişti.... kader çıkarmıştı karşısına... ve yalnız onları çıkarmıştı...
Sevdiklerimiz bazen bir vicdan azabı...
Göğüs boşluğuna kalp yerleştiremedim... hiç kimseyi sevemiyor...
Bulutlara benzer duygular... bulutlara güven olmaz... bir rüzgar sürükler hepsini...
Güneşin çiğ ve hoyrat ışığı yerine gönlün sitarevi aydınlığı...
Dünyanın bütün tımarhaneleri bizim aydınlarımız yanında birer aklı selim abideleri... devekuşu uyanıklığı temsil eder bizim aydınlarımız yanında...
insanlar görüyorum... yangından kaçar gibi kaçıyorlar sorumluluktan...
Sürü ile karşı karşıyayız... sürü çiğneyip geçiyor beni... ve sürünün başında kendi evladım... arkalarından bağırıyorum... nereye... nereye...
Ben ezeli mağlubum yavrum seni sevgimle tutamadıktan sonra... hakkımdır diyorsun... senin yaşında hak olmaz... sen haklarını adım-adım fethetmek zorundasın... ama anlatamıyorum... neleri kaybettiğinin farkında değilsin... sultanlıktan kapıcılığa koşuyorsun...
Keşke ıstıraplarım sevdiklerimin işine yarasa...
Tayfur ölmüş... yaşıyor muydu???
Kelime... şuurun güneşinde eriyiveren bal mumundan düşüncelere giydirdiğimiz elbise...
Rakamların doğruluğu... bir iskeletin donuk gözlerindeki veya oyuk göz bebeklerindeki doğruluk... yalan söylüyorsun dostum... yaşadıkça yalan söyleyeceksin...
Kadın da bayrak gibi sevgiyi mihraklaştırdığı ölçüde kutsallaşır...
Trajedi burada... yarı yolda kalmak...
Yeni dünya ile yarın arasındaki kopuş hazin... çünkü yarın şimdiden dün...
Bu kalabalık koşmaktan hoşlanmadığı için yerinde... nereye gidiyorsunuz diye haykırmıyor... koşanı alkışlıyor ve bataklığında kalmak istiyor...
Kavgaya atılanlar hadiselerin tekme-tokat sahneye ittikleri... ve kavga gerçekten bir deli dövüşü... gerçek aydın nerede? odasında... başkaları Avrupaya kaçıyor ben kütüphaneme...
Cinnet... reelle ideal arasına atılan bir köprü... yok olmamak için asılınan bir dal...
Kafan aydınlıksa gerçekten aydınlıksa her ülke aydınlıktır senin için... yoksa kendi karanlığından kaçmak boşuna...
Kuşların şarkısını kaç kişi dinler...
Bir lağımın kapakları açıldı... insanlardan kaçıyorum... ama bu bir kaçış değil... bazı insanlardan kaçış bazı insanları arayış... Sibiryada bir bahar iklimi yaratacaksın... ve sen yanmadan buzlar erimez...
Ahtapotun kıskıvrak yakaladığı insan tercih hakkından mahrumdur... ya ölecek ya kurtulacaksın... ama sen ne ölmeye razısın ne kurtulmaya çabalıyorsun...
şair ben kadehimi diktiğim zaman ziyafet sona erdi kalmışsa uşaklar içsin diyor... boş bir kadehi dudaklarına götürmek... hazin olan bu... içtiğin hayal kadehindeki rüyalarındır...
Acılar ancak hatıralaşınca güzelleşir...
ihtilalci dünyayı değiştirmek ister... isyankar hakkında atıp tutabilmek için- acısını çektiği yolsuzlukların sürüp gitmesini ister... düzeni yıkmak da istemez aşmak da... sadece ayaklanır ona karşı...
Dışarıdakiler kendini akıllı sansın diye bir takım binalar kurup içine bedbaht kişiler doldurmuşuz ve tımarhane adını vermişiz bu binalara...
Eski tanrıların yerini ideolojiler aldı... hepsi birbirinin kafiyesi olan ideolojiler...
isyan bir ümit çığlığıdır... ölü isyan edemez...
Göğsünde uçurumlaşan boşluğu kelimelerin yapma çiçekleriyle doldurmaya kalkışmaktasın dostum...
Seviyormuşsun beni... çorabını-iskarpinini-kravatını sevdiğin kadar... sevgi bir feragattir... senin his dünyan yarı kuru bir dere... insan ancak parmaklarının ucunu ıslatabilir sularında...
Kahraman aramaktan vazgeçeli yıllar oluyor...
Dostun kötü tarafı benleşmesidir... tükenmesi ve sönük bir yankıyla kaybolmasıdır... gölgeleşmesidir...
insan bülbül gibi şakıyamaz... dinlenilmezse susar...
Gül peşinde koşanların dikenle karşılaşması kaderin hoşlandığı oyunlardan biridir...
Veren mükafat düşündüğü anda tefecidir...
Bizde ate düşünmemek için Allahı inkar eder... düşünmemek için Müslümandır çoğu da... doğmaların gölgesinde şad uyur da uyur...
Burası ahırdan boşanan her azgın eşeğin vaktinizi-eserinizi-gururunuzu çiğnemek için palansız geldiği bir ülke...
Pisliklerinden-ölümlü taraflarından sıyrılan insan... yalın kılıç insan... kalp ve kafa...
Hayal sarayları gerçeğin granit temellerine dayanmazsa bir üfleyişte yıkılır...
Cemiyet kendine benzemeyen bir çocuk doğurduğu zaman onu beşiğinde boğmaya kalkar...
Her şahsiyet bir kopuş-bir olmayana olacak olana bağlanıştır...
Büyük adam kalabalığı uykusundan uyandıran kılavuz... ama çok defa tekmeyle uykusundan uyananlar efendisini parçalarlar...
Bataklıktan göklere süzülen bir tarla kuşu gibi kasıklarıyla düşünen ve göbekten aşağısıyla yaşayan bu azgın hergele sürüsünden uzaklaşmaya bak... yoksa gübresin... leş gibi gübre...
Evet suçsuzsunuz... bir katilin sofra artıklarını yalayan bir kedi kadar... insafsız efendisi karşısında takla atan bir köpek kadar...
Altınlarını cam karşılığı dağıtan kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım... cam altından çok daha asil... cam güzel çünkü kalbi var... kırılabilir... cam ışığa dur diyen bir duvar değil...
Deli ibrahim Osmanoğullarının en akıllısı... balıklara inci atarmış... inci balıklara atılmak için yaratılmış olmasaydı denizlerde ne işi vardı...
Onlar sürü yavrum... zincirlerinden başka kaybedecek neleri var... karanlıktan geldiler karanlığa gidiyorlar yıldızlara tırmanan merdivenden habersiz... yürüyen-esneyen-tepinen ve öğrendiği şeyleri tekrarlayan uzviyet...
Kaya nasıl beyin olmuş bilen yok... yapma çiçek gibi ürpermeyen-kokmayan-yaşamayan milyarlarca beyin var... bu kervanın arkasından koşma çocuğum... onların yöneldiği iklimlerde sam yelleri eser kış-yaz... sarayları çingene çadırından daha sevimsizdir... isa onları affet Allahım diyordu...
Kalabalığı sevmek kalabalıkta erimek değil çocuğum... kalabalığı aydınlatmak... ışık olmak için yanmak lazım... yıldızlaşmak kolay değil...
Mutluluk duyuyorsak vardık hedefe... haz demiyorum haz bir tuzak... haz hayatın hangi yöne atılması gerektiğini bildirmez... oysa mutluluk daima bir fethin-bir zaferin-bir galibiyetin belirtisidir... çocuğunu seyreden anne mutluluk duyar... onu et ve ruh olarak yarattığını bildiği için duyar bu mutluluğu... servet ve itibar mutluluk vermez insana... bir takım hazlar sağlar sade... insan başarısından şüphe ettiği ölçüde övülmek-pohpohlanmak ister... emin olmak için takdir bekler sanatçı... vaktinden erken doğan bir çocuğu nasıl pamuklara sararlarsa sanatçı da eserinin hayatiyetinden şüphe ettiği için sıcak bir hayranlıkla sarıp-sarmalamak ister onu... yaşayan-yaşayacak olan bir eser ürettiğine inanan kimse methiyeyi ne yapsın... şöhret vız gelir ona... vız gelir çünkü Tanrısal bir mutluluk duymaktadır... demek her alanda hayatın gayesi yaratış... insanın dünyadaki zenginliklere her an bir yenisini katması...
Bir ömrün akışını değiştiren büyülü söz... ben yıllardır kelimeleri bazen gözyaşımla bazen zehirle bazen şefkatle yoğurarak bunu başarmaya uğraşıyorum...
Havarilerini yaratamayan isanın yeri tımarhanedir çarmıh değil... ve domuzlar mukaddes kitaplarla beslenmez...
Kervanla çıkılır yola... bin çıkılıp bir varılır... bir çıkılıp bir varılmaz...
Zevkperestlerin mutfağına çuval-çuval şeker taşıyan milyonlarca öküz... netice: zevkperestler için hasta bir karaciğer öküzler için kırılan bir bel...
Halkçılık halkın sırtına binen bir avuç aydının uydurduğu bir mit... halkçıyım demek ben halktan değilim ama lütfen tahtımdan iniyor ve o bedbaht insanlara yakınlaşıyorum demek...
Bir şair intihar etmek isteyen genç bir kadına dur diyordu... daha senin için bir şiir bile yazılmadı...
Sesini duyurmak isteyen nara atacak... kalabalık senfoniden anlamaz.... önce bir çığlık atacaksın sonra üç-beş meraklı anlatacağın masalı dinlemeye koşacak... masal uslu çocuklara anlatılır... çığlık herkese hitap eder... sürüye ve tarihe...
Sürüden ayrılanı kurt kaparmış... sürünün önüne geçmek sürüden ayrılmak mı... aradaki mesafe uzayınca evet...
Yolumuzu kesen hep aynı safsata... başkaları neden yapmıyor... halbuki başkalarına göre de başkası sensin...
Zilletten kurtulmak için Sezar olunur...
Kimsenin hayatı gül bahçesinde sakilerle kadeh tokuşturarak geçmiyor... dünya göz yaşı vadisi... ama bir de pençenin boğazınıza sarılışı-bir akbabanın yüreğinizi kemirişi ve günlerin suratınıza tükürüşü var... yapamamak...
Aşk dehanın büründüğü şekillerden biri... insanın dörtte üçü aşıkken belirir...
Kalemi aleve batırıyorum... gönlümün alevine... ve sen yanardağ ile oynayan bir çılgınsın...
Aşk bir teslimiyettir... bir eriyiştir...yeniden doğuş için varlığından soyunmaktır...
insanları olduğu gibi kabul etmek... o zaman mağaradan çıkamazdık... ne peygamberler gelirdi ne kahramanlar... insan yalnız tabiatı değiştirdiği için değil insanı da değiştirdiği için ki bir tarihi var...
Haklı-haksız... aşk sözlüğünde bu iki kelimenin yeri yoktur...
Bakışlarını iç dünyasına çeviren insan şuurun mağarasında kendi gölgesiyle karşılaşır...
Saint-Simon ebediyete giden yol tımarhaneden geçer diyor... tehlikeli bir durak tımarhane... bir çoğu cinnette karar kıldılar...
Söyleyecek sözü olan her zaman ve her yerde hürdür... var oldukça hürdür... fedakarlıksız hürriyet olmaz... hürriyet bir fedakarlık mirasına dayanır...
Bütün Kuranları yaksak bütün camileri kapatsak batı insanının gözünde haçlı seferlerinin yalın-kılıç ve tekbir getiren askerleriyiz...
Fildişi kulenin penceresi pembe kristal... insanlar güzel görünür oradan... insanları sevmek için onlardan kaçmak gerek...
Saadet mevsimlerin dışında yaşamak...
Tecrübe güvensizlik yaratır...
Yalnız sevenin gönlü sevilende sonsuz meziyetler bulur ve görür...
Oduncu ormanda gördüğü perilerden söz edermiş her akşam... bir akşam gerçekten bir peri görmüş ve nutku tutulmuş...
Saadetimi başkalarının ıstırapları üzerine kuramam...
Aşka giden yol daima dikenlidir... aşka ve kutsiyete... bir alev denizinden geçerek varılmış vuslat gerçek vuslattır...
Günahlar gözyaşlarında yıkanır... bütün kırgınlıklar gözyaşlarında erir... gözyaşlarında yani aşkta...
insanlar mağaralara zincirli... sırtları kapıya dönük ve duvarda gölgeler... aşk bu zinciri kıran büyü... mağaradakiler öylesine alışmış ki karanlığa kurtulanları küfürleri ile kovarlar...
Yaşamadan öldü... başkalarını yaşatmak için öldü... başkalarında yaşamak için öldü...
Hayatım katır ahırında serenad vermekle geçti... domuzları kutsal kitaplarla besledim ve itleri kalbimle...
Sevgi garip bir yangın... yaşaması için büyümesi gerek... o yangına her şeyini atacaksın... zamanını-gururunu-dehanı... ve kül olacaksın... insanlar ondan korkuyor ondan yaşamıyorlar... sonsuz karşısında cücenin korkusu...
Dilenmek uçurum gibi ayırır insanları... tahtıravalli dengesini kaybeder... karşındaki tepeden bakar yüzüne... merhametle bakar...
Dinsizlik... en yiğit orduyu en miskin sürü haline getiren veba...
Ben kapısı her çalana açık mabet gibiydim... gerçek dostlarım gelmediler... ve mabet katır sinekleriyle doldu...
Cevaplarımız suallerle hudutlu... sorulan sorular hep aynı olunca cevaplarda büyük bir tazelik aramak boş...
ideolog içtimai sınıfın emrinde hakikat ile yalanı uzlaştırarak bağlandığı sınıfı şuurlandıran bir nevi uzmandır...
Entelektüel dünyayı her gün yeni baştan kurabileceğine inanan adamdır...
Sartre insan hürriyetten kurtulamaz diyor... eli-ayağı bağlı hürriyet denizine atılmış... istese de hür istemese de hür...
çaresizliğin şuuru olabilir sükut... bir silahları bırakış... bir teslimiyet...
ölmek unutulmaktır... hatırlandıkça yaşıyoruz...
Bütünü kavramak için uçları tanımalıyız... uçları yani kutupları...
Bir insanın rüyaları başka bir insanlar için yaşadıkları birer hatıra olabiliyor...
Zaafım da gücümde şuradan geliyor... gündelik tutkulardan uzağım...
Namussuzluğun kanun olduğu bir devirde ve cemiyette hiç kimseden fazilet abidesi olması beklenemez...
En köklü inançlarımıza saldırabilirler... beis yok... kasırgalar toprağın derinliklerine kök salan ağacı daha da güçlendirirler... ama tutkularımız yapraklara benzerler en hafif bir rüzgar alt-üst edebilir onları...
Altın çağ ne zaman sona erdi bilen yok... üstadlar ezelden beri karamsar... şairler ezelden beri ümitsiz...
Her medeniyet çöküş sebeplerini içinde taşır...
Kan biyolojik bir mefhum... karanlık-esrarlı-kör... insanlaşmak biyolojinin esaretinden kurtulmaktır... tek insani değer var iman... iman ayırmaz birleştirir... iman yani hisle yoğrulan heyecanla kanatlanan yaşayan ve yaşatan düşünce...
Mağluplar galiplerin adet ve müesseselerini taklit ederler...
Bütünü bilmediğimizden ya sloganlara esir olduk ya ideolojilere köle...
Biz medeni insanlarız... güvercinleri boğarız ama zarifane... şöyle önlüğümüzün altında...
iki kere iki dört eder diyorlar hoşunuza gitmiyor... zira iki kere ikinin ya üç ya beş etmesini istiyorsunuz...
Başkasına zulüm etmekten vazgeçtik mi yanımızda buluruz onu...
Bir takım değerlere inanmamız yetmez... onları tarihi kavgada bayraklaştıracakları seçmekte mesele...
Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse her namuslu insan gericidir...
Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır slogan... ilkelin budalanın papağanın ideolojisidir...
Vatanlarını yaşanmaz bulanlar vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır...
Bir kucak odun küçük bir ateşi söndürür... büyüğünü daha da canlandırır...
Hayret yerini hayranlığa bırakır... hayranlık teslimiyete...
Her ist koltuk değneği olmadan yürüyemeyeceğini ifade eden bir zavallıdır...
Kanun... büyük sineklerin yırtıp geçtiği küçük sineklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı...
Düşmanı dost ederek yok etmek... küçültmek değil küçülmekten kurtarmak...
Düşman gözü bağlı olandır... savaşın amacı bu bağları çözmek... kinin-öfkenin-peşin hükmün-küçümseyişin-güvensizliğin-inadın bağlarını...
Bir ırmağa benziyor zaman... hayretten donakalmış...
Dahi... anasız doğan ve zürriyetsiz ölen...
Yozlaşmanın kaynağı ruhumuzun zaafı değil... vücudumuza esir oluşu...
Acıların anahtarıyla açılır sevincin kapıları...
Asaf der ki: seni görmesem Buda olurdum... seni gördüm budala oldum...
Her herhangi bir tarikatın sözcüsü değilim. Yani, ilan edilecek hazır bir formülüm yok. Derslerimde de, konuşmalarımda da tekrarladığım ve darağacına kadar tekrarlayacağım tek hakikat: Her düşünceye saygı.