Köhneyen her nevi mefhumun katli vaciptir. Bu bir tabiat kanunu olup mekân ve zaman ayrımı yapmaksızın, uygun şartlar altında her zaman vuku bulmuş ve bulacak olan bir hadiseyi anlatır. Köhnemek gibi bir zillete düşen mefhumun katline serzeniş anlamsızdır. Tekke ve zaviyeler. Asırlarca milletin manevi olgunluğu ve halk irfanı için paha biçilmez vazifeler üstlenen bu kurumlar bir süre sonra medeniyetimizdeki topyekûn duralamanın ve gerilemenin tabi bir neticesi olarak köhnemek zilletine düşmüşler, öyle ki içlerinde halkı devlete karşı kışkırtanlar, siyasetle hem-nişin olanlar bile olmuş ve bu sebebe binaen cumhuriyet rejimi tarafından katledilmişlerdir. Artık kimsenin tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi bir nedenle Kemalist rejime bir serzenişte bulunma hakkı yoktur. Onlar bir tabiat kanununun yerine getirilmesinden başka hiçbir sebeple kapatılmamıştır. Burada tekke ve zaviye mensuplarına düşen daha çok bir hayıflanmadır. Onlar nasıl oldu da çok sevdiğimiz bu kurumları köhnettik şeklinde bir soruya yanıt aramalıdır.
Bir misalle anlamlandırılmaya çalışılan işbu tabiat kanunundan hareketle bugün tasfiye edilmekte olan Kemalist rejime de bir nazar getirilebilir. iptida belirtmek lazımdır ki Kemalist rejime, Atatürk ilke ve inkılâplarına en kuvvetli bağlılığı hissetmesi lazım gelen Türk milliyetçileridir. Nitekim fikriyatlarının ilk sistemleştiricisi olan Ziya Gökalp, Kemalist rejimin fikir babası olmuştur. Yine Türk milliyetçiliğinin ön gördüğü millet-devlet, milli kimlik, milli egemenlik, milli değerlere kuvvetli bir bağlılık gibi hususlar onlar için Kemalist rejimi oldukça kıymetli kılmalıydı. Hal böyle olunca rejimin gönüllü bekçileri de onlar olmalıydı.
Ancak tarihi seyir ideal yönde işlemedi. Ulu önderin kaybedilmesiyle başlayan süreç Türkçülerin rejime sahip çıkmak hususunda ciddi zaaflarının olduğunu gösterdi. Bunun en sarih misali tam bir bütünlük içinde inönü idaresidir. Bu noktada Atatürk devrindeki uygulamalarla inönünün uygulamaları arasındaki uçurumu görmek lazımdır. Kemal Paşanın milliyetçilik okunun bir gerekliliği olan ve doğrudan Türkçülüğün Esaslarına dayanan Onuncu Yıl Balosundaki meşhur dış Türkler vasiyetinin 44te Turancıların devlet eliyle karalanması kampanyasına dönmesi, Türkçülüğün Esaslarındaki Halka Doğru başlığına dayanan halkçılık okunun SSCB tazyikinin de tesiriyle adeta sosyalizm olarak uygulanması, Kemal Paşanın laiklik okunun ladini bir halde uygulanması gibi birçok hadise Atatürk ilke ve inkılâplarındaki kahredici aşınmayı gösteren yalnızca birkaç misaldir.
Esasında bu Atatürk ilke ve inkılaplarındaki bir köhneme değil, onların varisi konumundaki kadronun o ilkeler adı altında o ilkelere mugayir politika gütmesiyle halk nezdinde bırakılan bir köhneme intibasıdır. Yani özünde hala geçerliliğini koruyan Kemalist rejimin ilkeleri varislerinin icraatı olarak halk nezdinde işlevsiz duruma getirilmiştir.
Bugün, Kemalist rejimin tasfiyesi sürecini başarılı bir şekilde yürüten idarede iyi niyet aranmaması gerekmekle birlikte, bu idareye hak ve destek veren geniş bir halk kitlesinin niyeti için aynı yorumu yapmak yanlış olur. Yakın tarihin derinliklerine inmediğinden laikliğin mezhep temelinde ayrışmanın önündeki kuvvetli bir formül olarak ilke edinildiği yerine Deniz Baykalın söylemlerinden ibaret olduğunu sanan, saray dışı kalan halk ananesinin işlenerek evvela milli ardından beynelmilel boyutlara ulaşmasını öngören halkçılık ilkesini Kemal Kılıçdaroğlu için kullanılan halkçı kemal sloganlarından ibaret gören ve korkunç bir yekûn tutan kitlenin, elinden Atatürk ilke ve inkılâpları alınırken pek bir tepki vermesi beklenemez. çünkü onlar için kurucu rejimin esasları rejimin varisleri olduğunu iddia edenlerce acımasız bir soysuzlaştırma programına dâhil edilmiştir.
Hal böyle olunca Milli Eğitimin Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı insan yetiştirme görevinin kaldırılması karşısında vatandaş Hani şu halkçı Kemalin milliyetçiliği mi? Yere batsın! şeklinde yapmacıksız bir karşılık vermekte, kuşkuları olanları ikna etmek üzere görevlendirilen Mümtazer Türköne de kısaca ve kabaca zaten işe yaramıyordu manasında birkaç satır yazarak vatandaştan onay almaktadır. Bu durum bizi doğrudan yazının başındaki iletiye götürür. Köhneyen her nevi mefhumun katli vaciptir. Türklerin yer yüzünde haysiyetli bir yaşam sürmelerinin teminatı olan Kemalist rejimin kurucu ilkeleri yıllar boyunca uğradığı itibarsızlaştırılma, içi boşaltılma, anlamsızlaştırılma politikalarıyla artık halk nezdinde köhnemiş, işlevini yitirmiş olarak görülmektedir. Ve buna binaen Kemalist rejimin hatrı sayılır bir kitle tarafından katli vacip görülmektedir.
Millet-devlet esasına dayalı Kemalist rejimin katlinden hiç kuşkusuz en çok Ortadoğuda millet-devletleri etnisitelere ayrıştırarak hareket sahasını rahatlatmak peşindeki küresel sermaye kazançlı çıkacaktır. üstelik bunun için pek kan dökmesi de gerekmeyecektir. çünkü rejimin tasfiyesini isteyen bizzat Türklerin kendi iradeleridir.
Burada en büyük mağlubiyet en başında belirtildiği üzere temel ilkelerinden dolayı Kemalist rejime en çok sahip çıkması gereken Türk milliyetçilerinindir. Onlar çok büyük ölçüde kendi fikirlerine bina olunan rejimin halk nezdinde bu denli itibarsızlaştırılması gibi elim bir neticeyi önlemekten aciz kalarak yirmi birinci asrın en büyük mağlupları olarak tarihteki yerlerini şimdiden alacak gibi görünmektedir. Milliyetçi camiaya düşen eyvah rejim tehlikede! şeklinde bir serzenişten ziyade eyvah, rejimi koruyamadım! şeklinde bir hayıflanmadır.
Türk milliyetçilerinin en büyük hatası lider milliyetçi Atatürkün ebedi aleme intikalinin ardından onun ilkelerini sırtlayamamak olmuştur. Bu yönde bir kaygı gütmüş olduklarını söylemek de belli bir zaman dilimi ve önemli bir kesimi için mümkün görünmüyor. Nitekim onların bir kısmı kurucu altı okun suni bir şekilde anlamsızlaştırılması sürecinde buna karşı mücadele etmek yerine ortaya dokuz ışık atmakla meşgul olmuşlardır. Asıl görev olan altı okun müdafaası yerine yeni doktrinler geliştirmek altı oktan zaten umudun kesildiğinin bir göstergesi olsa gerekir. Yoksa altı okla en başından bir uyuşmazlık hiçbir milliyetçi çevre için teoride mümkün görünmüyor.
Milliyetçi camianın tıpkı dün olduğu gibi bugün de kurucu rejimi, altı oku herkesten çok sırtlanması elzemdir, buna ihtiyacı vardır. Yılların ihmalkârlığı, farklı arayışlara sapılması, bir dizi aymazlık gibi sebeplerle Türkçülerin muhafazasından mahrum kalan altı ok geçmişteki hatalar telafi edilerek yeniden milliyetçilerin birinci uğraşısı olmalıdır. Küresel sermayenin, bölücülüğün, liberalizmin, enternasyonal algıların önündeki en sağlam somut engel olan Atatürk ilkelerine bir alternatif göstermek bugün için mümkün görünmüyor.
Altı oku sırtlanması durumunda milliyetçilik ulusalcılık kıskacında görülme gibi oldukça sığ tenkidlere maruz kalabilecek olsa da bu tür gayr-ı ilmi yorumların dikkate alınmaksızın yılların halk nezdinde kirli gösterdiği altı oku bir aklama, gerekliliğini, işlevlerini CHP çarpıtmasıyla değil camiaya özgü bir gerçekçilikle anlatma seferberliğine başlamak gerekir. Bu bir anlamda Kemalist rejimin can çekiştiği günlerden kurtarılması, deyim yerindeyse yeniden diriltilmesi gibi büyük bir hadise olacaktır ki bu işi başaranların devletin ikinci kurucusu olarak gösterilmeleri abartı olmayacaktır.
yunus emre uyar: http://tiny.cc/8xkcj
Bir misalle anlamlandırılmaya çalışılan işbu tabiat kanunundan hareketle bugün tasfiye edilmekte olan Kemalist rejime de bir nazar getirilebilir. iptida belirtmek lazımdır ki Kemalist rejime, Atatürk ilke ve inkılâplarına en kuvvetli bağlılığı hissetmesi lazım gelen Türk milliyetçileridir. Nitekim fikriyatlarının ilk sistemleştiricisi olan Ziya Gökalp, Kemalist rejimin fikir babası olmuştur. Yine Türk milliyetçiliğinin ön gördüğü millet-devlet, milli kimlik, milli egemenlik, milli değerlere kuvvetli bir bağlılık gibi hususlar onlar için Kemalist rejimi oldukça kıymetli kılmalıydı. Hal böyle olunca rejimin gönüllü bekçileri de onlar olmalıydı.
Ancak tarihi seyir ideal yönde işlemedi. Ulu önderin kaybedilmesiyle başlayan süreç Türkçülerin rejime sahip çıkmak hususunda ciddi zaaflarının olduğunu gösterdi. Bunun en sarih misali tam bir bütünlük içinde inönü idaresidir. Bu noktada Atatürk devrindeki uygulamalarla inönünün uygulamaları arasındaki uçurumu görmek lazımdır. Kemal Paşanın milliyetçilik okunun bir gerekliliği olan ve doğrudan Türkçülüğün Esaslarına dayanan Onuncu Yıl Balosundaki meşhur dış Türkler vasiyetinin 44te Turancıların devlet eliyle karalanması kampanyasına dönmesi, Türkçülüğün Esaslarındaki Halka Doğru başlığına dayanan halkçılık okunun SSCB tazyikinin de tesiriyle adeta sosyalizm olarak uygulanması, Kemal Paşanın laiklik okunun ladini bir halde uygulanması gibi birçok hadise Atatürk ilke ve inkılâplarındaki kahredici aşınmayı gösteren yalnızca birkaç misaldir.
Esasında bu Atatürk ilke ve inkılaplarındaki bir köhneme değil, onların varisi konumundaki kadronun o ilkeler adı altında o ilkelere mugayir politika gütmesiyle halk nezdinde bırakılan bir köhneme intibasıdır. Yani özünde hala geçerliliğini koruyan Kemalist rejimin ilkeleri varislerinin icraatı olarak halk nezdinde işlevsiz duruma getirilmiştir.
Bugün, Kemalist rejimin tasfiyesi sürecini başarılı bir şekilde yürüten idarede iyi niyet aranmaması gerekmekle birlikte, bu idareye hak ve destek veren geniş bir halk kitlesinin niyeti için aynı yorumu yapmak yanlış olur. Yakın tarihin derinliklerine inmediğinden laikliğin mezhep temelinde ayrışmanın önündeki kuvvetli bir formül olarak ilke edinildiği yerine Deniz Baykalın söylemlerinden ibaret olduğunu sanan, saray dışı kalan halk ananesinin işlenerek evvela milli ardından beynelmilel boyutlara ulaşmasını öngören halkçılık ilkesini Kemal Kılıçdaroğlu için kullanılan halkçı kemal sloganlarından ibaret gören ve korkunç bir yekûn tutan kitlenin, elinden Atatürk ilke ve inkılâpları alınırken pek bir tepki vermesi beklenemez. çünkü onlar için kurucu rejimin esasları rejimin varisleri olduğunu iddia edenlerce acımasız bir soysuzlaştırma programına dâhil edilmiştir.
Hal böyle olunca Milli Eğitimin Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı insan yetiştirme görevinin kaldırılması karşısında vatandaş Hani şu halkçı Kemalin milliyetçiliği mi? Yere batsın! şeklinde yapmacıksız bir karşılık vermekte, kuşkuları olanları ikna etmek üzere görevlendirilen Mümtazer Türköne de kısaca ve kabaca zaten işe yaramıyordu manasında birkaç satır yazarak vatandaştan onay almaktadır. Bu durum bizi doğrudan yazının başındaki iletiye götürür. Köhneyen her nevi mefhumun katli vaciptir. Türklerin yer yüzünde haysiyetli bir yaşam sürmelerinin teminatı olan Kemalist rejimin kurucu ilkeleri yıllar boyunca uğradığı itibarsızlaştırılma, içi boşaltılma, anlamsızlaştırılma politikalarıyla artık halk nezdinde köhnemiş, işlevini yitirmiş olarak görülmektedir. Ve buna binaen Kemalist rejimin hatrı sayılır bir kitle tarafından katli vacip görülmektedir.
Millet-devlet esasına dayalı Kemalist rejimin katlinden hiç kuşkusuz en çok Ortadoğuda millet-devletleri etnisitelere ayrıştırarak hareket sahasını rahatlatmak peşindeki küresel sermaye kazançlı çıkacaktır. üstelik bunun için pek kan dökmesi de gerekmeyecektir. çünkü rejimin tasfiyesini isteyen bizzat Türklerin kendi iradeleridir.
Burada en büyük mağlubiyet en başında belirtildiği üzere temel ilkelerinden dolayı Kemalist rejime en çok sahip çıkması gereken Türk milliyetçilerinindir. Onlar çok büyük ölçüde kendi fikirlerine bina olunan rejimin halk nezdinde bu denli itibarsızlaştırılması gibi elim bir neticeyi önlemekten aciz kalarak yirmi birinci asrın en büyük mağlupları olarak tarihteki yerlerini şimdiden alacak gibi görünmektedir. Milliyetçi camiaya düşen eyvah rejim tehlikede! şeklinde bir serzenişten ziyade eyvah, rejimi koruyamadım! şeklinde bir hayıflanmadır.
Türk milliyetçilerinin en büyük hatası lider milliyetçi Atatürkün ebedi aleme intikalinin ardından onun ilkelerini sırtlayamamak olmuştur. Bu yönde bir kaygı gütmüş olduklarını söylemek de belli bir zaman dilimi ve önemli bir kesimi için mümkün görünmüyor. Nitekim onların bir kısmı kurucu altı okun suni bir şekilde anlamsızlaştırılması sürecinde buna karşı mücadele etmek yerine ortaya dokuz ışık atmakla meşgul olmuşlardır. Asıl görev olan altı okun müdafaası yerine yeni doktrinler geliştirmek altı oktan zaten umudun kesildiğinin bir göstergesi olsa gerekir. Yoksa altı okla en başından bir uyuşmazlık hiçbir milliyetçi çevre için teoride mümkün görünmüyor.
Milliyetçi camianın tıpkı dün olduğu gibi bugün de kurucu rejimi, altı oku herkesten çok sırtlanması elzemdir, buna ihtiyacı vardır. Yılların ihmalkârlığı, farklı arayışlara sapılması, bir dizi aymazlık gibi sebeplerle Türkçülerin muhafazasından mahrum kalan altı ok geçmişteki hatalar telafi edilerek yeniden milliyetçilerin birinci uğraşısı olmalıdır. Küresel sermayenin, bölücülüğün, liberalizmin, enternasyonal algıların önündeki en sağlam somut engel olan Atatürk ilkelerine bir alternatif göstermek bugün için mümkün görünmüyor.
Altı oku sırtlanması durumunda milliyetçilik ulusalcılık kıskacında görülme gibi oldukça sığ tenkidlere maruz kalabilecek olsa da bu tür gayr-ı ilmi yorumların dikkate alınmaksızın yılların halk nezdinde kirli gösterdiği altı oku bir aklama, gerekliliğini, işlevlerini CHP çarpıtmasıyla değil camiaya özgü bir gerçekçilikle anlatma seferberliğine başlamak gerekir. Bu bir anlamda Kemalist rejimin can çekiştiği günlerden kurtarılması, deyim yerindeyse yeniden diriltilmesi gibi büyük bir hadise olacaktır ki bu işi başaranların devletin ikinci kurucusu olarak gösterilmeleri abartı olmayacaktır.
yunus emre uyar: http://tiny.cc/8xkcj