insan hakları – Muhalif Sözlük
1700lü yılların sonunda devletin ayrıca kurucu sözleşmesi de olan amerikan bağımsızlık bildirgesi ve amerikan halklar beyannamesi ile ilk kez resmiyet kazanan temel hak ve özgürlüklerdir. bunun yanı sıra fransız ihtilali sonrası fransızlardan da aynı şekilde resmi vesika ve bildiriler yayınlanıp bugüne kadar gelişimini göstermiştir. en bağlayıcı ve genel çerçeveyi bm 1948 insan hakları sözleşmesi çizmiş olup, birçok ülke buna taraftır. bizde de tc anayasası 2. maddede "saygılı" ibaresiyle katılım sağlanmıştır(?)(u: ihtiyari).

insan hakları gibi bir kavramı ve değeri anahatlarıyla doğuran saikler çok olmakla birlikte 4 temel başlığa dayanır ki norm ilk gelişmesini Batı'da gösterdiğinden batı'nın saikleridir ve batı'ya dairdir:

- kilise totaliterizmi
- önce aristokrasi, sonrasında feodalite, ve nihayetinde burjuvazi
- (devlet) (ki burada kastedilen modern devlet yapılarıdır ve daha çok ulus-devletler)
- toplum

tarihe bakıldığında bireyi ezen, yok eden yapılardır bunlar batı'da. ve tarihi gelişim sürecinde önce aydınlanmacı kant ve ekibi, hatta sonralarda nietzsche insanın kendi başına bir birey olduğunu ileri sürerek felsefenin değeri hümanizm akımını doğuruyor ve geliştiriyorlar.

bu hümanizm sekülerist olup bir nevi sekülerizm in kazınmadan önceki tozlu adıdır. Dinden bağımsız olarak insanın değerli oluşu ve korunması esastır burda. Kant(u: immanuel kant)ın "insan tanrı için bile araç olamaz" çıkarımında bunu görebiliriz. türkçe olarak buna insanın kerametinin kendinden menkul olması demek yanlış kaçmasa gerek. insan, insan olduğu için değerlidir ve doğuştan hakka sahiptir yani. sekülerizmle insanın nereden gelip nereye gideceği amacı yok yani, insan oluşla hak sahibi olunuyor. insanı ezdirmemek için insan haklarının temelini atan emmanuel levinas'da "kendisi için insan" fikrinde bunu açıkça müşahede ederiz.

batı'da liberal kapitalizm, liberal demokrasi, hukuk devleti, laiklik vücud bulunca bu temel hak ve özgürlük daha da bir anlam kazanıyor. geçmişte din savaşı vardı ve kilise kendine karşı olanlara karşı savaş veriyordu. sadece dışarı değil içine yani engizisyon ve aforoz ile kendi dindaşlarına yapıyordu bunu. bunun tekerrürü ve izdüşümünü amerika'da kuzey-güney savaşlarında protestan-katolik mezhepleri üzerinden kitlelere propaganda ve hareketleri yönlendirmede bulmak imkan dahilindedir. (u: bakınız)(u: wasp)

endüstri devrimiyle çıkar savaşı doğdu ve bu sınıf çatışmasını ortaya çıkardı. sonra ırksal veya etnik savaşlar baş gösterdi. işte bu kadar kandan, gözyaşından, ezmekten sonra batı durdu ve avrupa'nın son 3 asırlık iç savaş tarihini sona erdirme kararı alma ihtiyacı hissetti.

ve işte burada müthiş bir fikir doğdu ki buna menfaatin altın kuralı -batı için ahlak kuralı da denebilir- isimlendirmesi yapıldı ve bu kuralın üstüne insan hakları kuruldu:

- sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma!

bu ne demek?

mesela tahsilli bireyler olarak bir konuda tartışırken kendini onay makamı ve nirvana gören deli derviş'in narsizmde kendi götünü parnakladığı bir anda bahadırvari ukala suratının ortasına bir yumruk savursam, aynı şiddette veya daha okkalı bir yumruk geri dönebilir mi? mümkün, adam şemdinli dağlarında komando eğitimiyle kürtlerle takıla takıla psikopata bağlamış olabiler. cılız mılız gözüm kesiyor ama ben götümü kaldırıp 2.yi patlatana kadar o bana daha şiddetli veya aynı şiddetle karşılık verebilir. e o zaman menfaat olur mu bu harekette? olmaz! ..ya da.. derviş sürekli atarlandığı hızlı ve melami'den bir gün küfür yese ve kaldıramasa sonra kafasına yaprak kürek sapı geçirse.. şampiyon yerden moğolvari hiçbişi olmamış gibi kalkıp ebesini sikebilir mi? hanına bile gor! e, bunda da menfaat yok. o zaman dokanmayak hajı..

işte görüldüğü üzere bu kural yakın tehlikenin olduğu yerde işler. ve en önemlisi bu insan hakları ulus-devletlerin sadece kendi içlerinde yani evlerinde işler ve geçerlidir. dışarıya karşı yukarıdaki örnek pozisyonu alınır!

bu sebepten değil midir güçlü devletler güçsüzleri ezdiğinden bizim gibi 2., 3. dünya ülkeleri yani asya, afrika, latin amerika, ortadoğu felan aynı nakaratla hep bir ağızdan batı'nın ikiyüzlülüğünden bahsedip ağlaşırız? kerkük'te, musul'da, telafer'de, tuzhurmatu'da, karabağ'da, urumçi'de olanı gören var mı? ya da darfur'u? ya da keşmir'i? (u: gıcıklığına gazze demiyorum, evet!)

international amnesty organization gibi istisnalar dışında götünü yırtan var mı bizde kan akarken, zulüm ve hukuksuzluk kol gezerken? yok tabi ki. çünkü bu sistem onlarda erdem, ödev, sorumluluk olarak gelişmedi. onlar bu temel hak ve özgürlükleri kendileri için, menfaati için geliştirdi! onların tarihinde "il principe" gibi bir deha ürünü kitap var. tabi ki pratikte, politikada makyavelizm geçerli olacak, çıkar gözetilecek! bu sebeptendir ki kendi içlerinde tutarsız değildir, Avrupa!

srebrenitsa katliamı daha dün oldu. hollandalı askerler barış gücü olarak kampı koruyordu. sırplar sizi de sikeriz deyince devreye ne girdi? yakın tehlike! onlar da menfaatlerine ters olduğundan sessiz kalıp kaçtılar, geri çekildiler ve o vahşet yaşandı! hatta tam 2-3 yıl sonra usa ağbi müdahale etmedi mi? insan haklarını resmi olarak dünyaya satan avrupa'nın ortasındaki o zulme, sevabına mı gitti? of korz, hayır lan! ab'ye rağmen avrupa üzerinde ve ilgili bölgede hegemonya kurmak ve gücünü göstermek için gittiler! yani menfaat! gene opportunism!

o zaman neymiş? insan hakları sözleşmesi ve tarihi sadece batı için, batı'ya dairdir. peki bizde islam'da, türklükte bu kavram veya değerin kökleri, kodları, denemesi, külliyatı, nüveleri yok mu?

var ama ücrete tabiymiş fazlası. okumalar yaptık yani, zoru zoruna fakülte bitirip hukuk diploması aldım kandilde..

daha iyi bilgi ve yorumlarım bundan sonra ama derviş'e nisbet, gıcıklık işte!