adnan islamoğulları – Muhalif Sözlük
cebinden çıkardı captain black'ini.. gecenin en karanlık olduğu anda yatmayı artık alışkanlık haline getirmişti. açık bilgisayarının hoparlöründen arka fonda (b: neşet baba) "zulüf dökülmüş yüze" diye ciğerini söküyordu. masasının başına geçti ve internette sevenlerinin birşeyler paylaşması ihtimaline karşı facebook sayfasını açtı. 1 yeni bildirim vardı, adnan islamoğulları parçalamıştı gene. zaten meramı anlatan, gençleri anlayan bir adnan abi vardı.

(i: - heyt be adnan abi.. yine damardan bağlamışsın..)

diye geçirdi içinden. yazıyı okudukça içerisindeki burukluk ile ümit arasındaki o isimsiz duygu ortaya çıktı. kısa mazi ve anılar canlandı gözünde.. evet; güzel anlardı, heyecanlı günlerdi.

yazının altındaki yorumlara baktı. hala o kelimelerin gizindeki manayı anlayamayan veya basitçe şükranlarını sunup avami tabirlerle sıralanan genç-yaşlı, apoletli-apoletsizleri görüp gıcık bir gülümseme attı öfkeyle. onlar kimlerdi ki, güzel-çalımlı kız gibi duran üstadın ifadelerini sanki o güzel kızın üstünde sırıtan çin malı ucuz ve bayağı olan takılar misali kelimeler takmışlardı, tüm o saçma ve saygısız yorumlarıyla.

(i: - ah abi, seni bunlar anlamıyor, yazının adresi olan üst muhataplar da dinlemiyor ve görmezden geliyor. keşke ülkücü olmasaydın, birkaç beden büyük geliyorsun bu camiaya.)

diye mırıldandı. boşuna yazıyordu adnan abi. yazık ediyordu bu yazıları yazarken ciğerlerine diye söylendi durdu. kim bilir kaç tane sigara tellendirmişti bu kelimeleri hislerden çıkarıp somutlaştırırken diye düşündü.

yok, olmazdı, her iki tarafta da düzelme olmayacaktı. onların ayrılığı formalite çıkmıştı, ikisi de aynı çıkmazlara sahip kötü ikizlerdi. yeisteydi, adnan abinin potansiyel olarak sunduğu gençlik de artık bunun farkında olduğundan kendi küçük dünyalarıyla meşgullerdi. bunu içlerinden biri olduğundan biliyordu hatta cigarayı hızlı çekerken bile öksürtmüştü bu hakikat onu. hiçbirşey değişmeyecekti. o gençler de derd-i maişet için bunları, bu ulvi kavramları kısa bir süre sonra boşvereceklerdi. "bizim ocak" tütmüyordu. kömürleri hökümet dağıtıyordu ya, onlara sıra gelmemişti. artık biri, adnan abinin o hülyalarının takipçileri olabilecek donanımlı ama saplantısız- sultasız gençlerin içindeki aşkın öldüğünü söylemeliydi. o zerdüşt kim çıkabilecekti ki... nietzche'nin ruhaniyetine bir nazi selamı çaktı ayağa kalkarak ve oturdu..

yok, yok..o yazsındı. adnan abi de kendi hülyalarının yalnızlığının meyinin sadece kelimeler ile buluşup dertleşmek olduğunun farkındaydı ama itiraf edememişti kendisine. itiraf etse de o da bilse de kabullenmek içinden gelmiyordu. zaten aksi adamdı, inatçıydı. arnavut inadı olduğunu çemberlitaş'ta türk ocağı bahçesinde nargile çekerek anılarını anlatırken dile getirmişti. ama gemiyi terketmeme sevdasının bir gün rüya olduğunu artık o da kendisine kabullendirecekti. bu rüya birgün tamamıyle bitecekti.

aysun gültekin'in türküsüne geçmişti listede sıra. o da "(b: alnıma yazılmış bu kara yazı, kader böyle imiş ağlarım bazı)" diye doğruluyordu düşüncelerini çünkü elinde unutakaldığı cigaranın yanan izmaritinin o acı dumanını çekmesiyle dalgınlıktan ancak uyanabilmişti. captain black cigarası bitmişti ama yazanın hürmetine ve birgün ölecek o ümide saygı duyarak hemen zippoya uzandı eli ve bir sarma daha çekti paketten. iki dudağının arasındaki "cigar" ateşe doğru giderken çırpınmaya başladı:

(i: - bu cigara da sana adnan abi, bu sefer senin için içiyorum.. kader böyle imiş..)